Karaman ve çevresinin tarihi insanlığın en eski yerleşim
yerlerinden birisi olmuştur. Karadağ’ın hemen batısında 20 km uzaklıkta
şimdilik 9.400 yıllık tarihi ile ilk şehir yerleşkesi olan Çatalhöyük durmakta.
Yine hemen Karadağ’ın hemen batısında Süleymanhacı ve Ortaoba köylerinin
arasında yaklaşık 11.000 yıl öncesine ait buluntu alanı olan ve avcı toplayıcı
toplulukların yaşadığı Pınarbaşı Höyük bulunmakta. Karadağ’ın 20 km doğusunda
6-8.000 yıllık buluntuları ile Canhasan Höyük yer almakta. Ayrıca Karaman ve
çevresi antik geçiş yolları ve güzergâhları üzerinde olduğundan çok katmanlı
arkeolojik buluntuların olduğu bir bölgedir. Hattiler, Luviler, Hititler, Asur
Kolonileri, Akadlar, Persler, Medler, Büyük İskender, Selevkoslar, Helenistik
Dönem, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Karamanoğulları, Osmanlılar
bunlardan bazılarıdır. Aslında buluntular gösteriyor ki, Keltlerin de bir
müddet yaşam alanları olmuş. Yine bölgede Türk varlığı 1071’in çok öncelerine
dayanmaktadır. Karamanoğulları bölgeye geldiğinde zaten Bulgar Dağlarında
Bulgar Türkleri, Peçenekler, Kıpçaklar da bulunmaktadır.
Yine bölgemizde Mübadele dönemine kadar Karamanlıca yazıp
konuşan Hıristiyan Türklerde bulunmaktadır. Bunlar, sadece dinine bakarak
Mübadelede Yunanistan’a gönderilmiştir. Oysaki Türkçe konuşurlar, Grek Alfabesi
ile Türkçe yazarlardı.
İşte kısa bir tarihini verdiğimiz Karadağ ve çevresinin
eski tarihi böyle. Ama daha bitmedi. Karadağ’ın hemen batısında bulunan
Kızıldağ’da Hitit Kralı Hartapuş’un kabartma resmi hala kayada durmaktadır.
Yine Karadağ’ın zirvesinde Mahlıç Tepesi’nde Hitit yazısı mevcuttur. Karadağ’ın
asıl başka önemi ise Hıristiyanlık ile artmıştır. Bu bölge Hristiyanlığın
merkezi olarak görülmüş sayısız Kilise, şapel ve Ruhban okulları yapılmıştır.
Bu bahsini edeceğimiz stelde bu dönemden kalma olmalıdır. Bizans döneminden
kalma olduğunu düşündüğümüz bu stelde yazı bulunmamaktadır. Ancak, anlayana yazıdan çok şeyler
anlatmıştır.
İnsanoğlu
yer yüzünde var oluşundan itibaren yaşadıklarını, edindiği tecrübeleri,
buluşlarını, kahramanlıklarını ve yaşamından kesitleri önce mağara duvarlarına,
sonra evlerinin duvarlarına ve açık alanda kayalara resim yoluyla işlemiştir.
Bunları ilk dönemlerde aşı vb boyayla sonraları kazıma, oyma ile ve yontarak
anlatmıştır.
Yine
insanoğlu ölümü hep acı ile karşılamış ve çok eski dönemlerden beri ölülerini
gömmüştür. İnsanoğlu çok uzun yıllar önceden öbür dünyada yaşamın olacağına
inanmış bu amaçla çeşitli mezarlar ve gömme yolları kullanmıştır. Daha sonraki
dönemlerde mezarlara çeşitli taşlar dikilerek belirtilmiş bu taşlar bazen
sanduka biçimini almıştır. Bu stel, lahit veya sandukalara da ölen kişinin
hatırasını ve dünyada yaşadığı önemli olayları yada ölüm nedenini anlatan
resimler işlenmiştir. Bu resimler zamanla damgaya dönüşmüş yazı evvelinde bu
damgalar kullanılmıştır. Bu damgalarla da hangi milletten, boydan olduğunu
bulmak mümkün olmuştur. Tarihin bilinmeyen yazı öncesi dönemlerde bu bulgular delil
olarak kullanılmaktadır. Bu stelin yapım tarihinde yazı olmasına rağmen resimle
anlatım kullanılmıştır. Belki bu resimli taşın diğer yönlerinde yazı
olabilieceği düşünülsede diğer parçaları yoktur.
Resim 1: Bir şapelin
duvarına yaslanmış halde duran stel.
Bu
stelde acının; rengi, dili, dini olmadığını görürüz. Anne ve çocuğu
resmedilmiş. Muhtemelen doğum sırasında ya da düşük yaparak her ikisi de ölmüş.
Öncelikle resmi dik olarak döndürdüğümüzde Şaman davulunu anımsatan çizim
yapılmış. Burada iki ihtimal akla geliyor. İkisi de önemli tabi ki. Birinci
olarak bu kadın Şamanı hatırlatmaktadır. Alttaki resimde Altay kadın şaman
davulunun resmini görünce ne kadarda benzer olduğunu göreceğiz.
Resim 3: Kadın Kam
davulu şeklinde betimlenmiş resim ve Kam davulları ile karşılaştırması.
Ama asıl ilginç olanı ise ikinci ihtimal, insan
resminde ellerin hemen üstünde yumurtalıklar resmedilmiş. Bazılarınız kadının
göğsü diyebilirsiniz. Ama başka bakış açısına göre de kadın yumurtalıklarını
anımsatmasıdır. Üremeyi anlatmaya çalışmış. Üreme sırasında ölümlerin, acıların
olabileceğini burada da böyle bir acılı olayın yaşandığını betimlemiş olabilirler.
En üstte de anne ile çocuğunun başlarını resmetmişler.
Aslında
her ikisini aynı anda anlatmış olma ihtimalleri de var. Öncelikle kadın kam
davuluna benzediği aşikârdır. Kadın yumurtalıklarını resmetme ihtimali ise o
tarihte tıp alanında pek çok şeyi bildiklerini anlayabiliriz. Her ne anlamda
yapmış olurlarsa olsunlar çok önemli bir kanıt bence.
Anlatılanlar
bunlardan ibaret değil tabi ki. Resmi dik aşağı ters çevirdiğimizde ise
ellerini açmış dua eden muhtemelen acılı baba anlatılmış. Tanrıya ellerini
açmış yakarıyor. Belki de hanımı ve çocuğu için öbür dünyada rahat etmeleri
için yakarıyor. Dedik ya acıyı kabullenmek kolay değil. Tüm Türk dünyasındaki
kaya resimlerimde bu tarzda insan resimlerine sıklıkla rastlamak mümkündür. Dua
ederken, yakarırken eller hep havaya açılmıştır.
Benim burada gördüğüm, hangi dini kabul ederlerse etsinler
Şaman geleneklerinin devam ettiği yönündedir. Tıpkı Şaman davulu gibi insan
çizimi, ellerini yukarıya (Göğe) doğru açmış olarak resmedilen insan gibi.
Resim
4-5: Ellerini havaya açmış yakaran insan.
Bu
stel dik tutulduğunda en üstte de iki adet baş görmekteyiz. Anne ve çocuğunu
anlattığını düşünmekteyiz. Çünkü başlardan birisi büyük ve birisi de küçük.
Ayrıca bu iki baş çenelerinin altından “V” şeklindeki anlatımla birleştirilmiş.
Bu
stel, muhtemelen önemsiz görülmüş olacak ki, bir şapelin duvarı kenarında beklemektedir.
Sanırım bu betimlemelerde neler anlatılmak istendiği pek düşünülmemiş. Bizans
dönemi eseri olarak kayda değer görülmemiştir. Dönemi Bizans olabilir, belki
Hristiyan da olabilir ama yaşayan halkın etnisitesini dikkate alınmak gerekir. Bence
korunması ve sergilenmesi gereken eserlerden bir tanesidir. Yanına da
açıklayıcı bilgi notu konmalı ki, niçin sergilendiği anlaşılsın.
Ben
bu resmi 8 Eylül 2017 tarihinde çekmiştim. Belki bir daha gittiğimizde bu
eserin kırılmış olduğunu görebileceğiz. Bu gibi tarihi eserlerin bölgemizin bir
zenginliği olarak görülüp korunması gerekir. Eserin bulunduğu yerde
sergilenmesi en uygun olanıdır, eğer koruma yönünden güvenliyse. Böyle
zenginliklerimizi tanıtırsak buraya turist çekebiliriz. Bugün dünyanın pek çok ülkesine bu tür tarihi
zenginlikleri görmek için turistler gitmekte. Zenginliklerimize sahip çıkıp,
koruyup tanıttığımız zaman turist gelir. Bunları yapmıyorsak turist gelmediğinden
veya az geldiğinden yakınmayacağız.
Bu
gibi buluntular tarih için birer kanıttır. Elde kanıt yokken neyi
ispatlayabilirsiniz ki. Ancak üzülerek görüyoruz ki, bilgi ve bilinç
eksikliğinden, eski tarihe ait ne varsa hunharca yok ediyoruz. Böyle zenginliği
olan bir bölge, kültür ve tarih turizmi için ideal olacakken bu eserler yok
edilerek kaybediliyor. Hatta araştırmalarımda gördüm ki, üzerinde Arap harfleri
ile yazı yok diye kırılan Müslüman mezar taşları var. Hâlbuki o taşların
atalarına ait olduğunu bilmezler. Şunu iddia ediyorum runik alfabe ile yazılı
mezar taşları da çıkabilecektir. Eğer demin bahsettiğim sebeplerden dolayı yok
edilmemişlerse.
Resim 7: Yapıldığı
dönemde tarıma ve üretime verilen önemi yansıtan betimlemedir.
Karadağ’da Üçkuyu (Değle) köyünde üç metre uzunluğunda
bir buçuk metre eninde bir kayaya yapılmış lahitte kabartma tarım anıtı vardır.
Kayaya kabartma olarak yapılmış bu resimde çok dikkatli bakıldığı zaman ilginç
ayrıntılar da var. İlk baştaki kişi tohum saçıyor. Onun arkasında bir öküz,
öküze bağlı olan bir saban ve sabanı tutan bir adam daha. Bu resimden daha çok
şey çıkartabiliriz. Önde duran da aslında alelade bir kaya değildir. Muhteşem
pençeleri ile bir aslandır. Neden Karaman’ın tarım anıtı olmasın ki?
Resim 8-9: Bir
kilisenin duvarına çizilmiş resim ve el çizimi.
Karaman
Karadağ Binbir Kilise'de bir Kilisenin duvarında, ok atan adam, ok, yay ve
Kıpçakların kullandığı Haç bulunmaktadır. Pek çok insan sadece içe dönük oku
temsil etmek için çizilmiş olan resmi görmekte. Burada dikkate değer olan ok
atan adam olmasıdır. Benim kanaatime göre bu bölge Kıpçak Türklerinin yaşadığı
bölgedir. Çünkü buradaki Haç işareti genelde Kıpçak Türklerinin kullandığı
damgadır. Bu damgaları Kars Ani Harabelerinde ve doğusunda bolca görebiliriz.
Bilindiği gibi Karaman bölgesi Hristiyanlık açısından önemli bir bölgedir. Aziz
Pavlos iki kez, bir kez de Aziz Pavlos'la beraber Barnabas buraya gelmiştir.
Derbe adlı şehre geldiği bilinmekte ancak Derbe’nin yeri konusunda çelişkiler
bulunmaktadır. Ekinözü Kerti Höyük’te yapılan kazı çalışmasında burasının daha
eski olduğu saptanmıştır. Karaman çevresinde olduğu bilinen Derbe’nin neresi
olduğu henüz netlik kazanmamıştır. Bu konudaki tek kanıt Sudurağı kasabasında
bulunan yazıttır.
Resim 10-11: Stel dik
tutulduğunda ve dik aşağı ters çevrildiğindeki görüntüsü.
Anadolu
15. Yüzyıldan itibaren yabancıların hep ilgisini çekmiş, değişik uygarlıkların
beşiği ve Hıristiyanlığın ad alması ile daha da önem kazanmıştır. 18. yüzyıl ve
19. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar Karadağ’da Hıristiyanlık âlemi için önemli
eserlerin olduğu bilinmekte ancak hiçbir gezgin çıkamamaktadır. İlk kez Fransız
seyyah Laborde 1826 yılında bu bölgeyi gezme imkânı bulur. O tarihe kadar
kaçakların, eşkıyaların ve suçluların mekânıdır buraları.
Bu
bölge, erken Hıristiyanlık dönemi için çok önemli ve kutsal bir yerdir.
Tâkibattan kaçan ilk Hıristiyanlar bu dağda pek çok manastır kurarak
yaşamışlar; Hıristiyanlığın Roma’nın resmî dini olmasından sonra da bu bölge
bir kutsal alan haline gelmiştir. Ancak bölgenin Türkmenlerin eline geçmesinden
sonra, yörenin Rum köyleri boşalmış ve Karadağ tekin olmayan bir hal almıştır.
Madenşehri köyünde 1826 yıllında Fransız Seyyah Laborde’nin çizimlerinde
muhteşem yapılar ve özellikle muhteşem bir kalenin olduğunu görüyoruz. Bugün ne
kale var ne de temelleri. Belki dünyada bu kadar çok sayıda kilise, şapel, bazilika,
manastır ve ruhban okulunun bir arada olduğu başka bir yer yok.
Karadağ’ın
konukları Laborde’nin ardından çoğalmış pek çok gezgin buraya gelmiş, incelemiş
ve yayınladıkları kitaplarla tüm dünyaya duyurmuşlardır. Laborde’den sonra W.
J. Hamilton, Ereğli’den Akçaşehir ve Çoğlu Köyü yoluyla 1835 tarihinde
Karadağ’da Madenşehri’ne ulaşmıştır. Çoğlu’da bazı eski parçalar ile bir kitabe
tespit eder. Bunların Binbirkilise’den gelmiş olabileceğini söyler. Hamilton’a
göre burada, görünür vaziyette, yirmi kadar değişik ölçülerde gri veya kırmızı
trahitten yapılmış kilise vardır. Ch. F.M Texier, 1830 yılından beri gezilerini
1869 yılında yayınlar. Texier kitabında: “Karadağ'daki harabeler, Bin Bir Kiliseye
benzeyen önemli eserdir. Bunlar, orta çağın hangi dönemine ait olduğu
belirlenemeyen çok sayıda terk edilmiş ve harabe haline gelmiş manastırlarıdır”
demektedir. İngiliz Rahip E. J. Davis, 1875’te gelmiş 25-30 kadar kilise
olduğunu belirtmiştir. Karadağ’ın yabancı konukları bitmez. 1905 ve 1907
yıllarında iki kez gelip kazılarda ve tahribatta bulunan meşhur İngiliz Ajan
Getrude Bell’i de unutmamak lazım. Bu gezinin birisine Arkeolog W.M.Ramsay’de,
Bell’e eşlik etmiştir. Karadağ’ın konukları artık artarak devam edecektir.
Karadağ Binbir Kilise'den çeşitli resimler.
Resim 12:
Madenşehri’nde kale,1826 yılında ayakta durmaktadır. (Laborde, s:200)
Resim 13: Madenşehri
köyünde tarihi yapılar ve en sağda arkada kale ile bugün yarısı duran büyük
kilise yer almaktadır. (Laborde, 1826, s:199)
Sonuç olarak diyoruz ki, Karadağ’ın tarihi dokusu sadece
bunlarla sınırlı değildir. Biz çok az bir kısmını ele aldık. Bu tür eserlerin
korunması ve tanıtımı için toplumsal bilinç oluşmalıdır. Her kime ait olursa
olsun tarihi eserleri, taşları, özellikle anlamadığımız dil ve alfabede yazı
olan taşları tahrip etmemeli hatta yetkililere bu bilgileri iletmeliyiz. Hiçbir
şekilde üzerinde resim, yazı, şekil, sembol olan nesneye zarar vermemeliyiz.
Özellikle tarihi yapıları, mezar taşlarını korumalıyız. Mezar taşları tarihtir,
tapu senetleridir. Bu eserleri korumak, sadece kolluk kuvvetlerinin değil
hepimizin görevidir. Artık dünyada şehirler tarih ve kültür turizmi ile inanç
turizmi ile ön plana çıkmakta, tanınmaktadır. Son kelam; tanıtım ve koruma işi
sadece yetkililerin değil hepimizin görevidir. Herkes karınca kararınca katkıda
bulunmalıdır diye düşünüyorum. Binlerce yıl bekleyerek bize ulaşan bu eserleri
bizde gelecek kuşaklara ulaştıralım.
Osman ÜLKÜMEN
Araştırmacı-Yazar
KAYNAKLAR:
1-
Alexandre de Laborde, “Voyage
de l’Asie Mineure” Paris, 1838
2-
Charles Texier, “Küçük Asya: Tarihi,
Coğrafyası, Arkeolojisi”, Çev: Ali Suat, III. Cilt, Ankara, 2002
Resim 15: Karadağ ve
Madenşehri (Laborde 1826, s:200)
Yorumlar
Yorum Gönder